Düşmanın Gerisinde Kalan Mehmetçik
DÜŞMAN GERİSİNDE KALAN MEHMETÇİK
17 Eylül taarruzunda, sahra bataryalarımızdan birisi, ilerdeki sık ormanlığa bir gözcü göndermişti. Gözcü Ali Onbaşı yüksek bir ağaç seçti, üzerine çıktı. Bu yüksek mevkiden düşmanın siperlerini ve taarruz edecekleri alanı, bir kartal gibi gözetliyor ve gördüklerini telefonla batarya komutanına bildiriyordu.
Öyleye doğru düşmanın piyadesi taarruza kalktı. Bizimkiler, plan mucibince ileri araziyi terk etmiş ve geri çekilmişler. Bu çekildikleri siperlerde, Ali Onbaşının hayli gerisinde idi. Piyadelerle pek fazla temas etmeyen Ali Onbaşı, işte burada yanılmıştı: O, bizim piyadeleri daha ilerideki siperlerde zannediyordu.
Bir aralık altındaki ormandan sesler gelmeye başladı. Ali Onbaşı, bunu evvela bizim kıt’alardan biri zannetti, kulak verdi. Fakat söylenen sözler hiç de Türkçeye benzemiyordu. Belki Avusturyalılar veya Almanlardır! dedi, biraz daha bekledi, bir de ne görsün: Sürü sürü düşman piyadesi, bulunduğu ağacın biraz ötesinde ilerleyip gitmiyor mu? İlkönce içine bir ürperme, bir korku düştü. Bu binlerce düşmanın içerisinde tek başına ne yapacağını , “Şimdi telefon telini bulur da benim ağacın altına gelirlerse ne işlerim” diye düşündü, birkaç saniye durakladı. Fakat ,o sık ve minare boyu ağaçlar arasında ne kimsenin kendisini fark etmek ve ne de ince telefon kablosunun görülmek ihtimali bulunmadığına kanaat getirdikten sonra, her topçu gözcüsünün görmesi mümkün olmayan , önündeki manzarayı ve bundan faydalanmayı düşündü; telefonu eline aldı. Yavaşçacık düğmesine bastı. Arı sesini andıran vızıltı işitildi. Demek bataryası ile hala irtibatı vardı. Gayet yavaş sesle konuşmaya başladı:
-Alo!. Komutanım:
-Ne var Ali Onbaşı?
-Ben düşmanın içinde kaldım komutanım.
-Nasıl düşman içinde?
-Yani ya Rusların arkasında… Yanımda hinci (şimdi) bölük bölük geçiyorlar.
-Sen nerdesin, Ali Onbaşı?
-Şu koca dereden tabur karargahına inerken sol tarafta hani kırmızı topraklı bir kıvrım yok mu? Oradan yukarı çıkınca en yümsek ağaçlar var ya; işte onların üzerindeyim…
-Hay Allah iyiliğini versin, be çocuk! Sen ne arıyorsun oralarda? Bizim piyadenin oradan çekildiğini bilmiyor mu idin?
-Bilmiyordum , komutanım…
-O halde orada bekle! Ben ,o civara ateşe başlayacağım gibi, diğer bataryalara da haber vereceğim. Sen oradan ateşimizi idare eder ve bize haber verirsin…
-Baş üstüne komutanım. Yalnız, benim ağacı gözetleyin!
-Artık o da kaderine…
-Kapalı ormanda hiçbir taraftan görülmediklerini zannederek, rahat rahat ilerleyen düşman piyadesi, ansızın bir top mermisinin civarlarına düşmesini, şaşırarak gördüler ve şüphesiz bunu, tesadüfen düştü sandılar. Fakat mermiler gittikçe yaklaşıyor. Çünkü ağaç üstündeki Ali Onbaşı boyuna:
-Yüz metre daha uzat! Elli metre daha kısalt!
Diye yavaş sesle söyleyip duruyordu…
Beşinci ve altıncı mermi tamamı ile düşman yürüyüş kolunun içerisine düştü ve Ali Onbaşı artık kendisini tutamayarak bağırdı:
-Tam isabet! Grup ateşi yapın!
Ali Onbaşının bataryası grup ateşine başladı, dört top hiç durmadan ateş püskürüyordu. Batarya komutanı, gözcüsünün düşman gerisinde bulunduğunu ve ateşi oradan tanzim ettirdiğini, diğer bataryalara da haber vermişti. Hedef göremedikleri için, düşmanın ileri siperlerimize çatmasını bekleyerek sukut eden Türk, Avusturya ve Alman bataryaları, birden ateşlerini bu sahaya çevirdiler.
Ali Onbaşı, şimdi bu müthiş ateşin, düşman hücum kollarını ormanda nasıl çil yavrusu gibi dağıttığını görmekle, neşeden kabına sığamıyor, bir taraftan da boyuna komutanına bağırıyordu:
-Aman komutanım, altımdaki ağaç zıngıldıyo…Bahtına düştüm gayri…
Bu sırada birden Ali Onbaşının sesi kesildi. Mütemadiyen telefonun ziline basıldığı halde, artık ondan cevap alınamadı…
O gün, akşam yaklaştığı için, bizim mükabil taarruzumuz da ertesi güne kaldı. Ali Onbaşının hayatı hakkında hepimiz meraka düştük.
Ertesi sabah başlayan mukabil taarruzumuz, düşman önüne katarak ilerledi yüksek ağaçlıklı ormanı silip süpürdüğü zaman, piyade kıt’aları yukarıdan bir ses işittiler. Ağaç üstünde bir adam gördüler ve seslendiler:
-Sen kimsin, hemşeri?
-Yanılıp ta, benim yanıma geldikleri için, dehhe şuracıkta zıbarıp kalmış o düşmanların çanına ot tıkayan topçu gözcüsü Ali Onbaşı…
Meraklısına Not: Galiçya’ya giden Mehmetçik Çanakkale’den gönderilmiştir. Önce Keşan da içtima yapılmış Çanakkale’nin en güçlü, en tecrübeli askerleri seçilmiş trenle Sofya, Belgrad, Budapeşte üzerinden Galiçya’ya gitmiştir. Galiçya Güney Polonya’dır. 12.000 şehit verdik. 10.000 esir verdik. İstanbul’a sadece 10.000 asker dönebildi. Onlar da biraz istirahat edip Filistin Cephesi’ne gönderildi. -50 C ( dereceden ), +50 C ( derece ) gön- derildi. Galiçya’nın dondurucu soğuğu Filistin’in yakıcı sıcağı Mehmetçiğin yadırgadığı bir ortam değildi. Mehmetçiğe şükran ve minnetlerimizi sunuyoruz.